“Aynı algoritmada farklı dünyaların insanıyız” diye düşünmeden edemiyorum. Orada harcanan zaman ile bizi öğrenen, bizi keşfeden makineler, keşfetimizi bizimle şekillendiriyor. Çokça vakit geçirdiğimiz instagram özelinde gündeme gelen sosyal medya algoritmaları size ne düşündürüyor. Duygusuz bir makine öğrenmesi ile daha çok zaman ve duygu çalma gayretiyle insan algılarında nasıl sapmalara ve yanılgılara sebep oluyor.
Sen mi sosyal medyayı kullanıyorsun, yoksa o mu seni kullanıyor. Biraz düşünmeye ne dersin !
Bağlantı Çağında Yalnızlık: Algoritmaların İnşa Ettiği Paralel Evrenler
Dijital bağlantı vaadiyle yükselen bu çağda, algoritmalar her birimize “kişiye özel” bir gerçeklik sunarken, aslında kolektif bir yalnızlığın mimarı oluyor. Instagram’dan X’e, her kaydırışımızda, benzer düşüncelere hapsolmuş, benzer korkularla beslenmiş birer avatara dönüşüyoruz. Makinelerin seçtiği içerikler, toplumu görünmez duvarlarla bölerken, bireyi de “beğeni” tuzağında kendine yabancılaştırıyor. Peki, bu simülasyonun dışında bir gerçeklik kaldı mı? Yoksa hepimiz, algoritmaların diktiği aynalarda kendi yansımalarımıza mı tutsak olduk?
Sonsuz Bir Okyanusta Yalnız Bir Damla
Dijital çağın en büyük paradoksu, “sınırsız bağlantı” vaadiyle yola çıkıp insanı giderek daha derin bir yalnızlık labirentine sürüklemesidir. Instagram, TikTok, X gibi platformlar bize dünyayı avuçlarımızın içinde sunarken, aslında her birimize kişiselleştirilmiş birer simülasyon yaşatıyor. Bu simülasyonu inşa eden algoritmalar, duygusuz matematiksel denklemlerden ibaret. Peki, bu denklemler nasıl oluyor da insanın duygularını, ilişkilerini, hatta gerçeklik algısını yeniden şekillendirebiliyor? İşte bu soru, insanlığın teknolojiyle imtihanının en kritik kırılma noktalarından birine işaret ediyor.

Sosyolojik Kırılma: Aynı Gezegende Yaşayan Yabancılar
1. Filtre Balonları ve Toplumsal Gerçekliğin Parçalanışı
Algoritmalar, bizi “benzer” olana hapsederken, toplumu da görünmez duvarlarla bölüyor. Instagram’da bir kullanıcı, vegan beslenme içerikleriyle beslenirken, bir diğeri sürekli et tabanlı reçeteler görüyorsa, bu iki kişi aynı platformda bile olsa farklı gerçekliklerde yaşıyor demektir. Sosyolog Eli Pariser’ın “Filtre Balonu” kavramı, bu durumu tanımlıyor: Algoritma, insanları düşüncelerini genişletmek yerine, dar bir koridora sıkıştırıyor. Sonuç? Toplumsal diyalog yerine monologlar, empati yerine önyargılar.
2. Polarizasyon ve Kimlik Siyasetinin Yükselişi
Algoritmalar, duygu yüklü içerikleri öne çıkarır. Öfke, korku, aidiyet… Instagram’da bir gönderi ne kadar tepki çekerse, o kadar görünür oluyor. Bu durum, toplumdaki kutuplaşmayı derinleştiriyor. Örneğin, siyasi bir hashtag altında sadece bir tarafın sesi yankılanıyorsa, kullanıcılar diğer tarafın varlığını bile unutabiliyor. Sosyolojik olarak bu, “öteki”nin silinmesi anlamına geliyor. Algoritma, insanları “doğru” olduğuna inandıkları şeye değil, rahatsız edici gerçeklere karşı körleştirdiği bir dünyaya hapsediyor.
3. Kimliğin Metalaşması: Performans ve Takipçi Sayıları
Sosyal medyada kimlikler, algoritmik beğeni sistemine göre şekilleniyor. Instagram’da bir kullanıcı, “kaç beğeni alırım” endişesiyle fotoğraf filtrelerini, hatta yaşam tarzını değiştirebiliyor. Sosyolog Erving Goffman’ın “Günlük Hayatta Benliğin Sunumu” teorisi burada dijital bir boyut kazanıyor: İnsanlar, algoritmanın onayladığı bir rolü oynamaya başlıyor. Sonuçta, özgün benlik yerine, algoritmik benlik ortaya çıkıyor.

Psikolojik Kırılma: Dopamin Tuzakları ve Gerçeklik Kaybı
1. Bağımlılık Döngüsü: “Bir Tık Daha”
Instagram’ın kaydırılabilir yapısı ve “sonsuz akış” mantığı, insan beyninin ödül mekanizmasını istismar ediyor. Her beğeni, bir dopamin salınımı tetikliyor. Nörobilimci Anna Lembke’nin Dopamine Nation’da vurguladığı gibi: Teknoloji, modern çağın en etkili bağımlılık aracı. Algoritma ise bu bağımlılığı besleyen bir “dijital kumarhane” işlevi görüyor. Kullanıcı, “bir sonraki gönderi mutluluğu getirecek” yanılgısıyla kaydırmaya devam ediyor.
2. Gerçeklik Distorsiyonu: Kusursuz Hayatlar, Eksik Benlikler
Instagram’da gördüğümüz “kusursuz” yaşamlar, aslında algoritmanın seçtiği ve abarttığı bir kurgudan ibaret. Psikolojide sosyal karşılaştırma teorisi, insanların kendilerini diğerleriyle kıyaslama eğilimini açıklar. Ancak algoritma, bu kıyaslamayı gerçek dışı bir seviyeye taşıyor. Örneğin, sürekli lüks tatil fotoğrafları gören biri, kendi hayatını “yetersiz” görmeye başlıyor. Bu durum, yalancı bir yetersizlik duygusu ve kronik mutsuzluk yaratıyor.
3. Benlik Algısının Parçalanması: “Beğenilirse Varım”
Algoritmik onay mekanizması, insanların öz-değerini dışsal faktörlere bağlı hale getiriyor. Bir gönderinin beğeni alamaması, kişide varoluşsal bir krize dönüşebiliyor. Psikoterapist Esther Perel’in dediği gibi: “Sosyal medyada görünür olmak, görünmez olma korkusuna dönüştü.” Bu korku, insanları sürekli bir performans kaygısına sürüklüyor.

Felsefi Bir Soru: Makineler Bizi Nasıl Yeniden İnşa Ediyor?
Algoritmaların yarattığı bu paralel evrenler, insanlığa temel bir soru soruyor: Özgür irade bir yanılsama mı? Veri noktalarına indirgenen tercihlerimiz, bize ait mi yoksa algoritmanın bir ürünü mü? Fransız filozof Jean Baudrillard’ın Simülakrlar ve Simülasyon’da belirttiği gibi: Gerçeklik artık “orijinali olmayan bir kopya.” Algoritmalar, bu simülasyonu yöneten dijital tanrılar haline geldi.
Çıkış Yolu: Dijital Farkındalık ve İnsanlığın Yeniden Keşfi
Peki, bu labirentten çıkış var mı? Cevap, algoritmaları anlamakta ve dijital okuryazarlıkta yatıyor. İnsan, kendine sormalı:
- Bu içerik bana gerçekten mi sunuldu, yoksa ben mi seçtim?
- Takip ettiğim hesaplar, dünyamı genişletiyor mu yoksa daraltıyor mu?
- Kaç “beğeni” alırsam alayım, kendi değerim değişmeyecek, değil mi?
Unutmayalım: Algoritmalar duygusuz makineler, ancak onlara boyun eğmek insani bir tercih. Belki de çözüm, ara sıra ekranı kapatıp, gerçek dünyanın seslerine kulak vermekte…
Son Söz:
“Teknoloji, insanın uzantısı olmalıydı; ne ironiktir ki, insanı kendi uzantısının kölesi yaptı.”
— Bu cümleyi yazan bir algoritma değil, bir insan. Farkı hâlâ anlayabiliyor muyuz?
Media Felix / Social Lab